To read this post in English: https://emrenurbeyler.com/2023/10/25/donaueschinger-musiktage-next-generation-day-1/
Yol üstündeki fırından Saatenbrötchen’imi alıp sabah 08:50 treniyle Trossingen’den Donaueschingen’e geldim ve next gen merkezi olan Heinrich-Feurstein Ortaokulu’nun salonuna yerleştim. Benim hemen ardımdan Rottweil’dan gelen next gen otobüslerinden inen arkadaşlar salonu doldurmaya başladılar.
Heinrich-Feurstein Salonu tam kapasite doluyken.
Svetlana Maraš: Elektronik bir çalgı tasarlamak
Günün ilk dersi Svetlana Maraš’ın “Live Electronic Music Performance” semineriydi. Maraš bir elektronik müzik sanatçısı; tasarladığı elektronik enstrümanlarla canlı konserlere çıkmasıyla tanınıyor. Konu hakkında genel akademik bilgiler vermektense kendi deneyimlerinden yüksek detayla ve bizim kendi durumumuza uygulayabileceğimiz şekilde bahsetti. Önünde özel bir sistem kuruluydu: yüksek hassasiyete sahip iki kontrol yüzeyi neresine, ne sıklıkla, nasıl bir güçle ve ne uzunlukta dokunduğunuzu/bastırdığınızı algılayıp bütün bu bilgiyi bilgisayara gönderiyor. Ortada duran küçük bir iPad de bilgisayarın bu bilgiyi nasıl işlediğine karar veriyor, böylece aynı kontrol yüzeylerinden farklı sesler elde edebiliyorsunuz.
Maraš’ın ‘çalgısı’. Sağdaki ekranda herkesin bu sistemi güzel görebilmesi için yukarı yerleştirilmiş bir kamera yakın çekim yapıyor.
Maraš’ın tavsiyeleri çok değerliydi. Eğer elektronik ortamda bir ses tasarlamak istiyorsanız, o sesi tasarlamaya uğraşmaktansa o sesi elde edecek çalgıyı tasarlamaya uğraşmanın daha verimli olduğunu söyledi. Bir sesin karakterini o sesin parametreleriyle oynayarak değiştiririz; parametrelerle oynama şeklimizi yani çalgımızı tasarlamayı birinci sıraya koymak bizi daha organik bir geliştirme sürecine itiyor. Sonuçta keman, flüt, gitar gibi günümüzün yaygın akustik çalgıların tarihini ele aldığımızda kimse zamanında bu çalgıların bugün alıştığımız sesini hayal edip “o sesi çıkaran bir çalgı üreteyim” diye işe girişmemiş. Sesi tanımlayan şey doğal olarak çalgının yapısı. İlk bu çalgıyı tasarlayarak eseri de tasarlamış oluyorsunuz.
Ya da uzamsal bir eser besteleyenler için çok güzel bir tavsiyesi vardı: Eğer kısa süren bir ses parçasını odanın belli bir yerine yerleştirmek istiyorsanız o sesin yerini tespit etmek süresi sebebiyle dinleyiciler için zor olabilir. Bu durumda biraz ön gürültü hemen dinleyicinin kafasının o yöne dönmesini sağlayacaktır!
Çok komik bu arada: Koskoca Basel Üniversitesi araştırma bölümü başkanı Kunkel gelmiş, yerde bağdaş kurmuş, Maraš için PowerPoint sunumunun sayfalarını çeviriyor. Ortam çok samimi! ♥️
Johannes Kreidler: Protesto niteliğinde müzik
Kreider’in bir saatlik seminerinde bugüne kadar hazırladığı ve sunduğu çeşitli projelerden, ve tabii ki bu projelerin aldığı tepkilerden örnekler gördük. Kreidler çok zeki bir adam, insanların neye nasıl tepki vereceğini çoktan çözmüş ve bildiklerini yapmak istediği beyanların etkisini maksimuma çıkartmak için müziğinin yararına kullanan biri.
Mesela, telif hakkı yasasını protesto etmek için toplam 70 bin 200 telifli şarkıdan örnekler kullanan Product Placement (2008) adlı eseriyle dünyanın dikkatini tartışmalı telif hakkı yasalarına çevirmeyi başarmış:
Earjobs (2011) eserinde insanlara müzik dinletip karşılığında *zorunlu* para vermiş ve bu paranın o müziğin algısını değiştirip değiştirmediğini merak etmiş. Burada fark ettiyseniz ortada bizim bildiğimiz yönden geleneksel bir beste durumu yok, bestenin kendisi bütün bu fikir ve aksiyondan ibaret; sosyal deney niteliğinde müzik.
Kreidler’in benzer çalışmalarına birkaç dikkat çekici örnek daha: Klarinet ve Video için iki parça:
Veya belirli konseptlerin müzik notasyonuyla temsil edilmesi:
Burada oturup saatlerce Kreidler’in eserlerinden bahsedebilirim, o da next gen.’de oturup bunu yaptı zaten. Üstüne çok bir şey söylemedi de, bizim gözlemimize bıraktı işin seminer kısmını. Beni çok düşündürdü, yani başarılı bir seminerdi bence.
Kreidler aynı zamanda beraber sanatsal bir manifesto yazmak için yanına onunla bu hafta boyunca çalışmak isteyen birkaç öğrenciyi çağırdı. Festivalin son günü olan pazar günü bu manifestoyu beraber okuyacaklarmış, bakalım nasıl bir şey çıkacak.
Carrasco: Uzamsal ses
Bugünün son semineri Prof. Teresa Carrasco’nun uzamsal ses semineriydi. Gerçekten de çok güzel bir seminerdi bu, fakat ben şahsen çok yeni bir şey öğrenemedim çünkü bu konu son zamanlarda çok yakından takip ettiğim bir konuydu. Carrasco uzamsal sesin tarihi ve çeşitli tekniklerinden konuştu, ben bunları zaten sevgili hocam Prof. Joachim Goßmann’ın her çarşamba akşamı verdiği uzamsal ses derslerinde dinlemiştim. Uzamsal ses konusundaki keşif maceramı önceki blog yazımdan okuyabilirsiniz: https://emrenurbeyler.com/2023/06/13/project-bach3d/
Carrasco Amerika, Kanada, Almanya ve birkaç diğer ülkeden ses kubbesi örnekleri gösterdi, sonra bu listeye dinleyicilerden İsrail ve birkaç diğer ilginç örnek eklendi. Ne kadar çok ses kubbesi varmış dedirtti! Avengers: Endgame filminin sonunda gibi hissettim kendimi, ortadaki küçük sayıda kahramana evrenin dört bir yanından gelen diğer kahramanların “ben de buradayım” diyerek katılması gibiydi gerçekten. Tabii ki Trossingen dünyada uzamsal ses ile uğraşan tek yer değil ve bunu bilmek güzel bir his. Semineri bittikten sonra Carrasco’yu Trossingen’i ziyaret etmesi için davet ettim. Umarım gerçekten de gelir; bence özellikle bu konudaki deneyimleri açısından çok değerli bir öğretmen.
Wojtek Blecharz: Kablosuz hoparlör mü? Senfoni mi?
Erich-Kästner Salonu girişinde Can Boerescu, Selim Kılıçarslan ve ben
Leh besteci Wojtek Blecharz uzun zamandır eserlerinde “safe space” (içeride kendinizi güvende hissedebileceğiniz herhangi bir ortam) yaratma çalışmaları ile biliniyor. Meditasyon ve rahatlamayı birinci odağa koyan parçalar yazmayı pek iyi beceriyor. Günümüzün yeni müzik konseptlerine baktığımızda sadece nota yazıp seslendirmekten ziyade dinleyicinin tüm duyularına hitap edilen bütün bir deneyim paketi hazırlamak bestecilerin her gün daha da sık başvurduğu bir teknik oldu. Ne görüyorlar; ne duyuyorlar; nerede oturuyorlar; ne yapıyorlar; nasıl dinliyorlar, bunların hepsi ‘bestelenecek’ materyaller arasında yerini alıyor.
Next Generation öğrencileri Blecharz’ın yeni eseri Üçüncü Senfoni’yi deneyimliyorken
Üçüncü Senfoni’nin prömiyeri burada Donaueschinger Musiktage kapsamında yarın yapılacak. Bütün biletlerin tükenmesine rağmen next gen organizatörleri bir şekilde genel provayı sadece biz next gen öğrencilerine açık olacak şekilde ayarlamayı başarmışlar.
Bu eser (neredeyse) sadece 220 adet kablosuz hoparlör için yazılmış. Bazı yerlerde kısa akustik performansçıklar vardı, ama 3 saatlik dev senfoninin rahat %90’ı sadece bu minik kablosuz hoparlörcükler tarafından seslendirildi. Tek başına ancak bir laptop hoparlörü kadar ses verebilen bu hoparlörlerin 220 tanesini bir spor salonuna koyduğunuzda gerçekten etrafınızı bir hayli saran bir ses bütünü elde etmek mümkün oluyormuş; biz de besteci arkadaşlarımla hayret ettik biraz buna.
Hoparlörlerin her birinin üstünde etiketlerle numaralar yazıyordu ve besteci Blecharz (spor kıyafetli beyaz çoraplı kel adam) eser boyunca hoparlörlerin yerini planladığı şekilde değiştirip birer birer eline alıp tuşlara basarak içlerinden planladığı sesleri çalıyordu. Sesler inanılmaz yavaş gelişen türden, asla ritmik kalıba sahip olmayan meditasyona yönelik seslerden ibaretti. 220 kablosuz hoparlörü senkronize etmenin en mümkün yolu da bu zaten; senkronize olması gerekmeyen sesler hedeflemek. Instagram sayfasında Blecharz bu performans sebebiyle bir gün içinde 600 kez çömelip kalkıp squat yaptığını yazmış!




Bence çok başarılı bir eserdi.










1 comment