
Geçtiğimiz yılın sonbaharında yeni müziğin kalbinin attığı Donaueschingen Müzik Günleri’nin 100. yılını kutlamıştık ve bizzat orada bulunup konserleri dinleyebilmek, ışık ve ses yerleşimlerini (enstalasyonlarını) birinci elden deneyimlemek ve bestecilerle tanışıp sohbet etmek gibi birkaç yıl önce hayalini kurmakla yetinebildiğim şeylerin gerçekleşmesine tanık olmuştum. Tabii ki, bütün müzik dünyasının en “delilerini” bir yere topladığınızda ve konserler verdiğinizde, o konserlerin sonrasındaki sohbetler de bu insanların birbiriyle delice fikirlerini paylaştıkları devasa bir kargaşaya dönüşüyor. İşte ben de Josef Häusel ve Luis Miehlich ile burada Ensemble Maleza & CG konserinde tanıştım.
In the fall of the last year, Donaueschingen Music Days’ 100th anniversary was celebrated and I was there too. Attending all the concerts, light and sound installations and getting to know the artists in person has been in my bucket list for quite a long time and finally realizing this dream was phenomenal. The thing is, when you gather all the “crazy” people of music in a single place filled with events, the receptions of those events become this huge chaos where everybody is sharing their crazy ideas with others. That’s where I got to know Josef Häusel and Luis Miehlich, at the Ensemble Maleza & CG concert.
Aslında Josef ve Luis tıpkı benim gibi Staatliche Hochschule für Musik Trossingen’de okuyorlar, sadece çok farklı bölümlerde okuduğumuz için şu ana kadar karşılaşmamıştık. Durum şöyle ki, üniversitemizi Almanya’daki diğer konservatuvarlardan farklı kılan önemli bir yanı, ülkede müzik tasarımı (musikdesign) ana sanat dalı eğitimi verecek akademisyen ve ekipmana sahip iki üniversiteden biri olması. Bu alanda öğrenciler belirli bir enstrümanı çalmayı veya müzikte belirli bir alana yoğunlaşmayı öğrenmekten ziyade, bir sahne performansında ortaya koyulabilecek her türlü ses, müzik, ışık, görüntü, dekor, vb. aletin kullanımı ve bu tür performansların organizasyonunun eğitimini alıyorlar. Josef ve Luis de bu dalda henüz üçüncü dönemlerini okuyan hevesli öğrenciler. Donaueschingen’deki festivalin bitiminden daha bir hafta geçmeden soğuk bir Trossingen sabahında Luis’ten gelen bir telefon ile çalışma aşamasında olan yeni bir eserin varlığından haberdar oldum; bir piyanist aradıklarını ve akıllarına ilk benim geldiğimi söyledi.
Actually Josef and Luis are students of Music University of Trossingen, just like me. I’ve just never seen them before because they are majoring in a very different subject. The biggest thing differing our Uni from others in Germany, is that it’s one of two universities in the whole country offering music design education, along with housing the equipment and teaching staff needed. Here, one doesn’t specialize on a specific instrument, but instead learns everything one can do in a stage performance ranging from sound, music, light, visuals, decors, etc., how to’s of these tools and organization of such events. Josef and Luis are ambitious students studying in third semester of this major. Not even a week after Donaueschingen Music Days I got a call from Luis about a new project slowly forming. He meant that they need a pianist and I was the first one in their mind.
Josef ve Luis aynı evde kalıyorlar. Bunun sıkı arkadaşlıklarının sebebi mi yoksa sonucu mu olduğunu bilmiyorum ama beraber yaptıkları projelerdeki verimliliği fazlasıyla olumlu etkilediğini düşünüyorum. Bir akşam henüz geliştirme aşamalarında olan bu projeyle tanışmam amacıyla bu evi ziyarete gittim. Benim evime on beş dakika yürüyüş mesafesindeydi fakat aşırı soğuk hava ve yoğun kar bu nispeten kolay yolculuğu benim gibi bir İzmirli için biraz zor kılmıştı. Montum ve botlarımdaki karı silkelerken Josef ve Luis beni sıcakça karşıladılar, birer bardak su içip hemen beste üzerinde çalışmaya başladık. Kendi bestelerimde kullandığım yeni nesil dijital notasyon programı Dorico’yu onların da bu proje için kullanıyor olmaları bu prosedürü bizim için çok daha kolaylaştırdı. Onlara piyano yazımının inceliklerinden bahsettim ve Liszt, Godowsky, Rachmaninoff gibi hem bestecilikte hem de piyano virtüözlüğünde efsanevi derecelerde ustalaşmış sanatçıların tarihi niteliğindeki eserlerini örnek alabileceklerini söyledim.
Josef and Luis are living in the same apartment. I don’t know if this is the cause, or the result of their good friendship; but I think it really improves their efficiency in their projects. I visited them someday to see this project for the first time. Their apartment was only fifteen minutes away on foot, however the intensely cold weather and the heavy snowfall made it quite harder for me as I grew up in İzmir, one of the warmer cities of Turkey. Josef and Luis greeted me warmly with a glass of water, then we got onto working on the piece. The fact that they were using the same computer notation software as I do in my own compositions, Dorico, has made this whole procedure noticeably easier for all of us. I talked a little bit about the subtleties of composing for the piano, and that they could find great examples from the pieces of Liszt, Godowsky and Rachmaninoff, legendary artists which’ve excelled in both composing and piano virtuosity.
Birkaç ay sonra 2022’nin ilk haftalarında prova organizasyonlarımızı yapmaya başlamıştık bile. Kalabalık bir grup olduğumuz için ilk provalar genelde daha küçük gruplar halinde meydana geliyordu. Toplanan üyeler kendi aralarındaki pasajları çalışıyorlardı, böylelikle büyük ölçekli provalardan önce bütün küçük problematik pasajlar aradan çıkarılıyordu. Hep beraber toplandığımız ilk provadan ayrılırken eser enstrümantal performans açısından çok iyiydi, ancak multimedya bir eseri seslendirmek sadece elindeki enstrümanı çalmaktan ibaret değil. Eserde mevcut olan ışık oyunları, dijital ses efektleri gibi unsurlar ile seslendirdiğimiz eserin milisaniyelik bir pay ile senkronize kalması gerekiyordu, bu şekilde bestelenmişti çünkü. Normalde harici kalıp dekorasyon görevi görebilecek unsurlar bu sefer tüm akustik enstrümanlarla aynı derecede eserin bir parçasıydı.
A few months passed and we’ve swiftly begun organising our rehearsals in the first weeks of the year 2022. Considering that we’re relatively a larger ensemble, our first few rehearsals didn’t include everybody which was helpful to practice specific tricky places in the music. In our first complete rehearsal everything went flawless in terms of playing the piece, however performing a multimedia piece isn’t all about playing your instrument correctly. The light work, audio effects and such digital elements had to stay precisely in sync with what we were playing. Normally used externally as decor, this time these components were, as much as us acoustic performers, a fundemental part of the piece.

Clicktrack: Eseri bir arada tutan tutkal
Sahnede yer alanlar arasında bahsettiğim milisaniyelik senkronu tutturmanın birden fazla yolu olabilir. Biz bu etkinlik için herkese kablosuz clicktrack (programlanmış metronom tıklaması) telsizi vermeyi en uygun yol olarak bulduk. Nedir peki clicktrack? Normalde bir eseri metronomla çalışırken metronomda belli bir tempo belirleyip çalmaya başlarsınız ve metronom siz ona bir daha dokunana kadar aynı istikrarda tıklamaya devam eder, değil mi? Clicktrack’larda ise sizin belirlediğiniz tüm değişiklikler programlı olarak metronom tıklamasında belirir; tempo değişiklikleri, ölçüde güçlü/zayıf zaman değişiklikleri, hatta araya sesli duyurular bile yerleştirebilirsiniz; ölçü sayısı anonsu veya “Yavaşça müzisyenler sahneye çıkarlar.” gibi uyarılar metronomun tıklamaları arasına koyulabilir. Bestecilerin önceden hazırladığı bu clicktrack bütün dijital ses ve görüntü enstalasyonlarıyla senkronize yürütülerek hepimizin taktığı (gizli) kablosuz kulaklıklara gerçek zamanlı iletiliyordu. Biz de seyircilerin haberi olmadan bu sayede müziğimizi senkronda tutabiliyorduk.
Clicktrack: The glue holding the piece together
There are multiple possible ways to facilitate the synchronization of everybody on stage. Our choice was to use a clicktrack (pre-programmed metronome) by giving everybody a wireless radio and a pair of small headphones. What is a clicktrack anyway? When using an ordinary metronome, you set it to a specific tempo and it continues its clicking steadily until you touch it again. With a clicktrack however, you can program and put anything inside the metronome click including tempo changes, metric modulation and accentuation changes, or you can even put audio announcements in-between, for example “Pianist now enters the stage”. This clicktrack was pre-recorded by the composers and streamed at the same time with the light and sound effects to our (concealed) wireless headphones. Therefore we were able to sync our performances discreetly without the audience knowing what’s going on.
Bu proje ile amacımız üniversitemiz kapsamında düzenlenen İnovatif Konser Formatları yarışmasına katılmaktı. İnovatif konser formatının tanımı basitçe daha önce de bahsettiğim müzik tasarımı (musikdesign) bölümünün üzerine yoğunlaştığı, ses ve müzik dışında diğer görseller ve sahneleme numaralarının da kullanıma açık olduğu konser formatları olarak yapılabilir. Yarışmaya katılan kişiler veya gruplar istedikleri bir yerde (konser salonu olmak zorunda değil!) bir konser düzenliyorlar ve sonra bu konser halka açık bir şekilde meydana geliyor, konseri dinlemeye jüri üyeleri de gelip puanlarını veriyorlardı. Bizim konserimiz 25 Ocak 2022 gecesi Kesselhaus Kültür Fabrikası’nda yer alacaktı.
Our goal with this project was to enter the Innovative Concert Formats Competition which was held within our university. The definition of an innovative concert format could easily be explained by being exactly what the music design major is specialised on: designing every visual and auditory aspect of a stage performance, not just the music itself. The contenders could pick a place (which doesn’t have to be a concert hall!) and organise a concert, which is open to the public. The jury also joins the audience and gives their marks. Our concert would take place in the night of 25th January, 2022 at Kesselhaus Culture Factory.
Kesselhaus: Akordiyon fabrikasından devşirme konser salonu
Bilmiyorsanız, Trossingen’i müzik şehri yapan temel faktörlerden biri 19. ve 20. yüzyıllarda dünyaca ünlü büyük enstrüman yapımcısı Hohner’in “başkenti” olmasıydı. Başta akordiyonları olmak üzere pek çok enstrüman üreten Hohner firması günümüzde eskisi kadar aktif olmasa da geçtiğimiz yüzyıla kadar çok önemli bir rol oynamış, hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında Stuttgart’tan savaştan uzağa güneye taşınmayı hedefleyen konservatuvar hocaları bu yüzden Trossingen’i seçmişler. Üretim durduktan ve fabrika kapandıktan sonra Hohner firması bu alanı yıkmak yerine yeni amaçlar için kullanmaya devam etmişler. Günümüzde Trossingen’de Hohner alanı olarak geçen bu yerde bir akordiyon konservatuvarı, müzik kursu, akordiyon müzesi, otel, öğrenci yurdu ve işte yukarıda gördüğünüz Kesselhaus binası bulunuyor. 2002’de belediye tarafından yeniden açılan Kesselhaus aslında belediyeye ait, fakat okulumuz burayı birçok etkinlikte burayı istediği gibi kullanabilme olanağına sahip..
Kesselhaus: An accordion factory transformed into a concert hall
If you didn’t know, on the chain of events making Trossingen into a city of music, the starting point would be the Hohner Accordion Factory. Once a huge corporation, Hohner produced their globally famous accordions here in Trossingen with a huge factory in the middle of the city. While they’re not as active currently, in the last century their role on the history was quite big. Even, their existence was the deciding factor for the conservatory professors in Stuttgart who were searching for a smaller city to stay away from the war in 1940s. After production was halted, instead of demolishing the factory site Hohner repurposed it by transforming different parts of it into a many things such as a music school, a conservatory for accordion, an hotel, a dorm, and the Kesselhaus building as pictured above. In 2002 the Kesselhaus got a brand new reopening as a concert/conference hall by the municipality of Trossingen. While it belongs to the city, our University uses it for its many activities.

Kesselhaus’taki makine ve araçların çoğu dışarı çıkarılıp ortada etkinlikler için boş bir alan yaratılmış olsa bile, buranın bir zamanlar tam teşekküllü bir fabrika olduğunu unutturmayacak kadar ekipman burada bırakılmış. Ayrı bir havası var Kesselhaus’un; içerisi serin, geniş ve ferah. Akustiği fena değil, bence fabrikadan devşirme bir yer için iyi bile. Gerçi mekanın akustiği bizim projemizde çok da önemli olmadı, besteciler her enstrümana mikrofon yerleştirmeyi uygun gördüler çünkü. Fotoğrafta sağda gördüğünüz makine operanın koreografisinde bir rol oynuyordu, ana karakter onun üstünde başlayıp eserin devamında aşağı iniyordu. Seyirciler koltukları dolup taşırmıştı, bu yüzden planladığımızın aksine balkon katını da son dakikada seyircilere açtık, her taraftan herkes bizi izliyordu. Üniversite rektörü ve jüride bulunan (ve bulunmayıp izleyici olarak gelen) diğer üniv. hocaları arkalarda oturmuşlardı. Normalde çok tatlı bir havaya sahip olabilirdi bu topluluk, fakat operamızın gizemli havalı elektronik (ve kuadrofonik) uvertürü herkesin gözlerini pür dikkat sahneye çevirip susturuvermişti.
While most of the machines and tools were taken out to make a space for events, still there were enough left to remind people that this place was once a full-fledged factory. Kesselhaus has a very unique atmosphere; it’s chilly, spacious, and fresh. The acoustics are not bad for a place which was used to be a factory, but this didn’t mean much since we had microphones on all instruments. The machine you see on the right side of the photo had a choreographical significance, the protagonist was up there in the beginning of the opera and came down as it progressed. The audience filled the seats up to the brim so we had to open up the balcony too, everybody was watching us from everywhere. The rector and jury member teachers were sitting on the back. Normally this setting could have a very mellow atmosphere, but the mysterious electronic (and quadphonic) overture of our opera has diverted everybody’s attention to us and made them completely silent.

Intermorphoses: Başarılı!
Aşağı yukarı kırk dakika süren eserin sonunda fark ettim ki, provalarda gördüğümüzden çok daha farklı bir havaya bürünmüştü salon. Bir kere provaların aksine ilk defa gece saatlerinde seslendirmiştik, dışarısı karanlık olunca fabrikanın pencere dolu duvarlarından gelen gün ışığı yerini zifiri karanlığa bırakmıştı. Biz müzisyenler de konser havasına bürünmüştük iyice, Luis’in ışık oyunları ve ses efektleri günün sabahında yaptığımız soundcheck’e nazaran çok daha sürükleyiciydi, kısaca bütün bu faktörler üst üste gelip birbirlerini katlamıştı ve fabrika bambaşka bir kimliğe bürünmüştü. Yarışmanın sonuçları da hemen ertesi gün; beklediğimizden erken açıklanmıştı: kazanmıştık! Peki sırada ne var?
Intermorphoses: Success!
After finishing the ~40 minute piece I realized, the building had taken a completely different atmosphere. For starters, this was our first time performing in night time, and it being dark outside had caused the sunlight bleeding through many windows of Kesselhaus during the day to leave its place to pitch darkness. We the musicians were also all in the concert mood, Luis’ light tricks and sound effects were also much more immersive, in short all of these factors had lined up in a cascade effect to paint the factory in a different aura. The results of the competition came the next day; earlier than we expected: we’ve won! But what’s next?

D-Bü: Almanya Konservatuvarlararası Projeler Yarışması
Okulumuzun kendi arasında düzenlediği İnovatif Konser Formatları Yarışması aslında daha büyük kapsama sahip ulusal çapta devlet tarafından düzenlenen D-Bü yarışmasına bir ön eleme niteliğindeydi. Her sene Almanya’nın başka bir müzik üniversitesinde düzenlenen D-Bü bu sene Hochschule für Musik Trossingen’de düzenleniyor. Her sene başka bir enstrüman veya enstrümanlar grubu için düzenlenen D-Bü bu sefer okulumuzun daha önce bahsettiğim kendine has sanat dalı Müzik Tasarımı’na uyacak biçimde “özel konser formatları” için düzenleniyor. Okulumuzun yarışmasının birincisi olarak da bu seneki D-Bü’ye girme hakkını kazanan grup olduk, onun haberleri de Mayıs ayı sonunda gelecek… 🙂 Şimdilik görüşmek üzere!
D-Bü: National Competition of German Music Universities
The Competition for Innovative Concert Formats, which was held in the scope of our own university was actually like a preliminary round to the much bigger, nationally held D-Bü competition, which is organized by the federal government. Each year a different german Music University hosts this competition, while the category the competition is held in also cycles through instruments or instrument groups too. For 2022, the competition will be held in our school, Hochschule für Musik Trossingen, with the category of “special concert formats” which is fitting to the special major in our uni, Musikdesign. As the first place nominee group of our schools own competition, we’re qualified to enter D-Bü, news will follow as we progress into the month of May… 🙂 See you soon!



Emre tebrik ediyorum. Başarılarının devam edeceğinden eminim. Çok teşekkür ederim benimle de paylaştığın için.